Umut etmek, mutlu olmak demektir. (Alain)

13 Kasım 2018 Salı

Kültür Yaşamdır




Kültür Yaşamdır

 Nedense bazı fotoğraflar fazlaca ilgimi çeker. O kadar ki sanki fotoğraf beni içine alıyor da ta çocukluğuma, açık deyişle 65-70 yıl öncesine götürüyor.

“Aaa, ben de arkadaşlarımla bu oyunları oynuyordum…

“Aaa, ben de bu dağ yollarında yürüyordum. Bu ağaçlara çıkıyordum. Bu hayvanları seviyordum…” diyorum.

Daha neler diyorum neler… Oysa fotoğrafların hiç biri o özlemle andığımız çocukluk günlerimize ait değil. Bu kadarla da kalmıyor. O fotoğrafların çoğu çocukluğumu yaşadığım mekânlarda da çekilmiş değil. Haa, şu var; Facebook arkadaşlarımdan köylüm olanlar köyümden sık sık fotoğraflar, videolar yayınlıyorlar…

Diyeceğim şu: İnternet ortamında gördüğüm fotoğraflar belleğimde kayıtlı fotoğrafların görülmesine neden oluyor.

Belleğimdeki fotoğraflardan söz etmem sadece bir anı, bir nostalji olması için değil tabii. İsterdim ki genç kuşaklar da o bizim yaşadığımız günlerden bir şekilde haberdar olsunlar.

İnsan istediğini yapmayınca veya yapamayınca bir buruk oluyor, üzülüyor da diyebiliriz. Benim bu konulardaki burukluklarım bir hayli fazla.

Ben, 1943’te Trabzon’un bir orman içi köyünde Zeno Akköse’de doğdum.
O zaman köyümüz Çaykara ilçesine bağlıydı. Çaykara ilçe olmadan önce Zeno adıyla Of’a bağlıydı. Sonra köyümüz Zeno Ulucami ve Zeno Akköse diye adlandırılan iki köye ayrıldı ve yukarıda değindiğimiz gibi Çaykara’ya bağlandı. Zamanla Zeno kelimeleri kaldırıldı. Dernekpazarı ilçe olunca Köyümüz Akköse Dernekpazarına, Ulucamı ise Çaykara’ya bağlandı. Trabzon büyük şehir belediyesi olunca köyümüz bir mahalle oldu… Demek Akköse’nin bir isim değişmeleri var.

İsim değişmeleri o kadar da önemli değil. Asıl olan kültür değişmeleridir.

Akköse’de 1950’lerden bugüne yaşanan büyük kültür değişmelerini yazmak isterdim.

Bir kere tarım değişti. Artık mısır üretilmiyor, fındık üretilmiyor, çok az da olsa üretilen kenevir üretilmiyor. Çay tarımı yapılıyor. Bu değişiklik tarım araçlarında, şurda burdaki değişiklik değil bütün çalışma düzenini kapsayan büyük değişiklik demektir. Zincirleme olarak daha büyük değişiklikler oldu:

Akköse’de karlar eriyince bahçe ve tarla işleri başlardı. Mesirelerde karlar eriyince mallarla beraber Komlar dediğimiz mesirelere çıkardık. Yaylalarda karlar eriyince bu kez de yine hayvanlarımızla beraber yaylalara göçerdik. Bu göç kervanları da bir başkaydı. Beşikteki bebeler, dedeler, nineler, çoluk çocuk bir şeyler yüklenerek yola dökülürdük komşularla beraber. Genellikle aynı gün veya birkaç gün arayla bütün komşular yaylaları şenlendirirdi. Sonra kar geliyorum işaretleri verince geriye doğru yolculuklar başlardı…

Yukarıdaki ifadelerden de anlaşılacağı üzere bir taraftan yerleşik kültürü yaşarken, bir taraftan da göçebe kültürü yaşardık. Doğayla yaşam mücadelesini sadece bireysel olarak vermezdik. İmeceye ırgatlık derdik. Bellemelerde, kazmaklarda, çayır kesmeler hatta diğer işlerde ırgatlık ederdik. Camilerde, cenazelerde, düğün ve derneklerde de beraberdik.

Değirmenlerimiz devamlı çalışır. İnsanlarımız da öyle. İnsanlarımızda da dur durak yoktu. Çayırlar, ekin biçmekler, Ot, yaprak ve odun taşımalar bitince bu kez de dokuma tezgâhları kurulurdu. Rize bezine benzer forotikolar dokunurdu.
Daha neler neler…

Bütün bunlara ben de tüm yaştaşlarımız da şahit olmuşuzdur. Çünkü bizler de çalışmaktan geri kalmazdık. Hep büyüklerimizin peşindeydik, yanındaydık. Ormana giderken de, dağa giderken de, nahiyemiz Dernekpazarına (Kondu’ya) giderken de, ilçemiz Çaykara’ya (Kadahor’a) giderkende büyüklerimizin peşinde ve yanındaydık. Bu arada şu söylemek gerekir: Genç erkeklerin çoğu gurbet köşelerindeydiler.

Ben, 1956-1957’de yatılı olarak kazandığım Erzurum Yavuz Selim İlköğretmen Okuluna (Pulur İlköğretmen Okuluna gittim.) İşte, o zamandan beri, zaman zaman gitmekle beraber köyümüzden ayrıldık.

Babamlar, bazı akrabalarımızla beraber Bursa’ya yerleştiler.(1958’de) Bu arada şunu da belirteyim köylülerimiz pek çoğu başta İstanbul ve Bursa olmak üzere Kocaeli, Eskişehir ve diğer illere göç ettiler. Ama köyden bağlarını da koparmadılar.

Bense manevi olarak bağımı koparmadım. İlkokul 5. Sınıfta köyümüzdeki marazlanma vakalarını yazmayı düşünmüştüm. Ayrıca cin ve peri hikâyelerini de derlemeyi düşünüyordum. İlköğretmen okuluna gidince gördüm ki Maçka’lı arkadaşlar benim bildiğim cin, peri ve halk hikâyelerinden çok daha fazlasını biliyor. Daha sonra bir meşhur yazarın bu konuda bir kitabı çıktığını da öğrenince bu proje kursağımda kaldı.

İlköğretmen Okulundayken özellikle Ege Bölgemizdeki eski medeniyetlerle ilgili kalıntılarla, turistik alanlarla ilgili bilgilenince “Acaba?”dedim Çünkü dağ yollarında sandık biçiminde faklı alfabeyle yazılı taşlar görmüştüm. Bunlardan Ancumah’ta olduğunu duymuştum. Yaz tatilinde sözde inceleme yapacaktım; ama yapamadım. Bir de Ruslar 1917’lerde bölgemizi işgal etmişlerdi. Yaylamızda inekleri sağar ve sütlerini borularla komlarımızda (mesire alanlarımızda bulunan) ordugâhlarına akıtırlarmış. Bu boruların kalıntılarına rastlayabilir miyim diye yayladan mesireye doğru orman aşağı bir inceleme yapayım dedim. Ama ormanın ta içlerine giremedim. Hem yol yok, hem de, doğrusu korkuyordum. Görebildiğim kısa alanda boru kalıntısı yoktu ama hafif düzeltilmiş yerler vardı gibi… Yani   düşüncemizi yine gerçekleştiremedik.

Köye gitmesem de köylülerimizle Bursa’da ve Kocaeli’de gayet iyi görüşüyorum. Hepsinin maşallahları var. Ben ve benim gibi birkaç memuru saymazsak köylülerimizin tamamı zengin diyebiliriz. Bu zenginlikleri sadece göç ettikleri yerlerde değil. Köyümüzde apartmanlar da diktiler. Komlarda ve yaylalarda villalar da yaptılar. Yol, elektrik ve suyun gitmediği yer yok. Tabii, bu da kültür değişmelerini hızlandırıyor.

Zengin köylülerimizin beni memnun eden bir tarafı da, en az benim kadar eski kültürü de yaşamak istemeleridir. Yalnız istemekle olmuyor. Özellikle genç kuşaklar farkında olmaksızın değişiyor.

Doğduğum yörelerdeki değişimin sağlıklı olması için Kültür Değişmeleri konusunda bir çalışma yapmak, hiç olmazsa gençlerin önünü açabilecek bir şey yapmak istiyordum. Yine, ama demek zorunda kalıyorum.

Bir ara Almanya’ya göç eden bir genç öğretmenin köylerimiz hakkında bir araştırma yaptığını Facebook vasıtasıyla öğrendim. Bu gencin gayreti takdire değer; ama yanlış yapıyor gibi. Örneğin Zeno kelimesinin anlamını Rumca sözlüklerde arıyor. Oysa Zeno, bilindiği gibi bir filozoftur. Başkaları da benzer yanlışlara düşüyor. İncelemelerinde çevreye bakmıyorlar bile. Çevreye bakılırsa diğer birkaç yer isminin filozof isimlerinden geldiği kolayca anlaşılır.

Yakınmaya hakkım yok belki. Öyle ya, yaşlı biri olarak bunları ben yazmalıydım, yazabilmeliydim.

Nasıl yazabilirdim. 35 yıllık öğretmenlik döneminde zamanımız yoktu. Daha sonra ise yöreye gitmek, inceleme yapmak için paramız yoktu. Şimdi ise dermanımız yok. Söz nereye geliyor:

“Bir işi zamanında yapmazsan eğer,
“Azalır taşımış olduğu değer.”
Goethe

Biz ne yaptık? Fotoğraflarla kendimizi oyaladık.

“Olmadı.” deyip fotoğrafları kaldırayım mı, kaldırmayayım mı? diye düşündüm durdum. En sonunda kaldırmamaya karar verdim.

Bu fotoğrafların en azından şu yararı olduğunu düşünüyorum:

Yayınlarımızın hepsi düşünülürse en azından 6 000 kelimelik bir hazine ortaya çıkıyor. Demek ki ben, daha 13 yaşımdayken bu hazineye sahiptin. Ben daha çok okuyan, okumak isteyen biriydim. Diğer birçok arkadaşım yaşamın taa içindeydiler. Demek onların kelime hazneleri daha fazlaydı. Şunu da belirtmeden geçmeyeyim: 13 yaşımda anlamını bildiğim, kullandığım çok kelimeyi bugün unutmuş durumdayım. Neyse konumuz bu değil zaten.

Konumuz neydi?
Sahi, bir konu belirtmemiştik. Fotoğrafların beni içine aldığını belirterek yazmaya koyulmuştuk.

Yazı sonuna doğru konunun belirtildiği de hiç olmadı ama belirtelim yine: Bugün modern çağda yaşadıklarını sandığımız sevgili yavrularımızın kelime haznesi ne durumda? Bu hazineyle çağdaş uygarlık düzeylerini yakalayabilecekler mi?
Şimdi bazılarınız; “Bırakın çocukları, büyüklerin kelime hazineleri de tamtakır.” diyecek.  Doğrudur.

Doğruları görüyoruz madem… Evet, sonunu getirelim…

Bu yazımızı bitiriyoruz; ama yayınlayabilecek miyiz?

Fotoğraf yayını yaptığım Yeni Umut Blogu zaman zaman kilitleniyor. Goog’le şartlarını ihlal ettiğimizden söz ediliyor. İncele deyince açılıyor. Demek ki ihlâl etmemişiz. Ben yabancı dil bilmiyorum. Yabancı dil bilen oğlum Ahmet’e sordum. Fotoğraf sakıncasız olabilir, ama altındaki yazıda belki bilmediğimiz bir şey olabilir.” Dedi ki mantığa uygun buldum. Bu sefer, fotoğraf eklemedim, bir bağlantı yaptım. Yine kilitlendi. Açılınca görünmeyen bazı fotoğrafları sileyim dedim yine kilitlendi. Açtırdım.

Şimdi bu yazımızı yayınlayabiliriz inşallah.

Bu son deyişlerimiz zaman alma olarak görülmesin bazen beynimiz de kilitleniyor ya işte o zaman bir yanlışlık, bir kural hatası var diye düşünelim ve gereğini yapalım.

“Gereğini yapmalıyız.” yargısına varmak için böyle uzun uzun yazmak gerekmezdi; ama yazmış bulunduk.

Eminim ki, bu yazı, yeni yazılımlara vesile olmasa bile “acaba?” dedirtecek, ufuk açacak bir işlev görecektir; daha doğrusu görmelidir.

Sabahattin Gencal, Çekmeköy-İstanbul, 13. 11. 2018


İÇİNDEKİLER